Erteleme hastalığı veya “bugün git yarın gel sendromu”

– Şimdi yapmam şart değil ki.
– …….’dan sonra başlarım.
– Şimdi sırası değil.
– Yani aslında o kadar da önemli değil.
– Tamam da başlamak için yeterli veri yok elimde.
– Hay aksi, başka bi’ iş çıktı!
– Şu an yapacak bir sürü işim var.

Bahaneler bahaneler…

Herkes bi’ şeyleri bazen erteler. Bugünün işini yarına bıraktığımız zamanlar az değildir. Bir ödevi/projeyi verildiği gün yapan ve teslim gününe kadar rahat rahat takılan insanların sayısı azdır. Genelde son dakika bir panik dalgası içinde harıl harıl çalışarak yetiştiririz ödevlerimizi. Dediğim gibi, hepimiz bazen bi’ şeyleri erteleriz.
Ancak nüfusun öyle bir kesimi var ki, onlar yapmaları gereken işleri kronik olarak görmezden gelir ve özellikle dikkat dağıtacak şeyler arar, bulur ve bulamazlarsa da yaratırlar. Birkaç dakikada hallolabilecek bir işi bile günlerce erteleyebilirler; o işi ertelemek için harcadıkları enerji işin yapımında harcanacak enerjiden çok daha fazla olsa bile… Kendilerinin de rahatsızlık duyduğu bu durum adeta içinden çıkılmaz bir döngüye dönüşür. İşte ‘erteleme hastalığı’ ya da ‘prokrastinasyon’ (Ing. Procrastination) denilen durum da budur. İyi haber şu ki, kişilerin yaşam kalitesini etkileyen bu durum, neyse ki çözümsüz değil.

Ertelemenin bilimi

Amerika’daki DePaul Üniversitesi profesörlerinden Joseph Ferrari erteleme hastalığı alanında uzun araştırma ve incelemeler yapmış ve erteleme hastalığı ile ilgili verileri derlemiş. Bu çalışmalara göre;

– Nüfusun neredeyse yüzde 20’si kronik erteleyici olabilir.

– Üniversite öğrencilerinin yüzde 75’i kendisini ‘kronik erteleyici’ olarak görüyor.

– Erteleme hastalığından muzdarip kişilerin yüzde 95’i durumdan rahatsız ve bu durumdan kurtulmak, ertelemenin yaşamlarındaki olumsuz etkilerinden kurtulmak istiyor.

Peki neden?

Sanılanın aksine, erteleme hastalığı çağımıza has bir durum değil. Grek şair Hesiod M.Ö. 800’lü yıllarda, bize hiç de yabancı olmayan şu sözlerle uyarıyor kendi çağının insanlarını: “Bugünün işini yarına veya bir sonraki güne bırakmayın.” Anlaşılan ertelemek, çok eski bir alışkanlığı insanoğlunun…
Ertelemenin arka planında aslında ertelemeye davetiye çıkaran bazı bilinçaltı faktörler var.

– Görevin sıkıcı gelmesi

– Daha eğlenceli bir seçeneğin albenisi

– Görevin sonuçlarının ödüllendirileceği veya cezalandırılacağı zamanın uzaklığı

– Kişinin kendi isteği dışında bir şey yapmak istememesi, ne yapacağının söylenmesinden rahatsız olması

– Görevden ve olası sonuçlarından çekinmek

İşte bunlar hep beyin!

Ertelemek, bir işten ‘kurtulmak’ gibi görünse de, işe bakın ki bir şeyleri ertelediğinizde beyninizde yoğun bir aktivite meydana geliyor. Davranışsal ve nöropsikolojik araştırmalara göre, prokrastinasyon yani erteleme hastalığı, beynin yönetici işlevlerden sorumlu kısmı olan prefrontal korteksle bağlantılı… Peki bu yönetici işlevler neler?

– Aktif / çalışan bellek

– Duygu kontrolü

– Dikkati sürdürme

– Planlama – organizasyon

– Zamanı kullanma

– Esneklik

– Hedefe yönelme

– Tepkiyi dizginleme

– Göreve / ödeve başlama

Bir grup öğrenci üzerinde yapılan araştırmalar göstermiş ki, kronik erteleme huyuna sahip bireyler beynin bu yönetici işlevlerinde de farklılık göstermişler. Her ne kadar bilimsel olarak henüz kanıtlanmamış olsa da erteleme hastalığı, basit bir kişilik meselesinden ziyade, bu işlevlerde ortaya çıkan bir bozukluk da olabilir.

‘Sonra bakarız’dan ‘hemen şimdi’ye

Neyse ki beynin kendini sürekli yenileyen, güncelleyen bir yapısı var! Erteleme hastalığı sebebiyle kısır bir döngüye giren ve bu döngüden çıkmak isteyen kronik erteleyiciler tamamen çaresiz sayılmaz. Biraz istek ve biraz gayretle yapılabilecek şeylerle ertelemenin yarattığı olumsuzlukları en aza indirebilir ve yaşam kalitelerini arttırabilirler.

 

Bakış açınızı değiştirin. Bir görevin negatif yönlerine odaklanmaktan vazgeçin ve o göreve ilişkin pozitif veya değer noktalar bulmaya çalışın. İşi angarya olarak görmeyin; her işte muhakkak bir kazancınız vardır, o kazancı bulun.

Hedefleyin! Kendinize ana hedef, alt hedefler ve süreç kontrol noktaları belirleyin. Fakat unutmayın, hedefleriniz ve iş için belirlediğiniz süreç gerçekçi olsun.

Bir bardak meyve suyu? Araştırmalar gösteriyor ki, özdenetim ile kandaki glikoz seviyesi arasında bağlantı var. Odaklanman istiyorsanız, bir bardak meyve suyunu hafife almayın.

Belirsizlikleri ortadan kaldırın. Beyin, belirsizlikleri ‘tehlike’ olarak yorumlar. Göreve ilişkin belirsizlikleri ortadan kaldırın ve beyninizi rahatlatın.

 

Tabana kuvvet! Spor salonlarında uygulanan hızlandırılmış programı kendinize uyarlayın. Birkaç hafta boyunca bir işe yoğunlaşmak zihninizin odaklanma kabiliyetini arttıracaktır.

Takım kurun. İkili takım oluşturmak görev bilincinizi ve motivasyonunuzu artırır. Birbirinizi gaza getirebilir, erteleme eğilimi gösterdiğinizde uyarabilirsiniz.

Günlük rutin oluşturun. Boş vakitlerinizi de kapsayan günlük bir rutin oluşturmak, gününüzün spontane geçmesini önler ve ertelemek için size alan bırakmaz.

Parçalayın! Görevi küçük parçalara ayırarak daha kolay yönetilebilir hale getirebilirsiniz. Hem gözünüz korkmaz, hem de görev boyunca birden fazla kez ‘tamamlama’ hissini yaşarsınız.

Sayfa içeriği bilgilendirme amaçlıdır. İlk adım olarak aile hekiminize danışabilirsiniz. 

Kaynak için tıklayınız

Translate »